İngilizler, I’nci Dünya Savaşı sona erdiğinde savaş kayıplarının mezarları hakkında bir çalışma başlattı ve bu konuyu 1920 tarihli Sevr anlaşmasının 218 - 225 maddeleri içine dahil ederek;
“İtilaf devletlerine ait mezarlıkların bulunduğu arazilerin mülkiyet hakkının da İtilaf devletlerine bırakılmasını” sağladı.
Aynı husus, Lozan görüşmeleri esnasında 8 Aralık 1922 tarihli oturumda, Lord Curzon tarafından “Gelibolu’daki İtilaf devletlerine ait mezarlıkların kendileri için kutsal olduğu” şeklinde dile getirilmiş ve devamında kendisi;
“……Biz savaş sırasında ölen kahraman askerlerimizin ve denizcilerimizin Türk ülkesinin çeşitli yerlerinde bulunan mezarlarını kapsayan toprakların, mülkiyetiyle birlikte müttefiklere verilmesini istemek zorundayız….”şeklinde açıklamada bulunmuştur.
(Seha L. Meray; Lozan Barış Konferansı; c.1, M.1, İstanbul, 1993, s. 175)
İsmet Paşa ise;
“Mezarlıklara saygı duymanın Türklerin geleneğinde olduğunu söylemiş, ancak Gelibolu’daki İngiliz mezarlıklarının mülkiyet hakkıyla beraber İngilizlere verilmesini kabul edilebilir bir istek olmadığını” ifade etmiştir.
Ardından söz alan Fransız delegesi M. Barrere;
“Suriye’deki Süleyman Şah türbesinin bulunduğu araziyi Türklere vererek jest yaptıklarını, aynı jesti Türklerden beklediklerini” söylemiştir.
27 Ocak günü yapılan görüşmelerde İsmet Paşa bir kez daha;
“Mezarlıklara saygı duymanın bir Türk geleneği olduğunu, ancak bu arazilerin mülkiyetinin İtilaf devletlerine verilmesini kabul edemeyeceklerini” açıklamış ve konuşmasının devamında;
”…Bu mezarlıkların genişliği ve yüzölçümünü saptarken, bunu, Mezarlıklar Komisyonu’ndaki Türk üyenin de uygun bulmuş olması kesin olarak zorunludur. Sonradan öne sürülecek itirazlar üzerine, ayrılmış bu toprak parçasının gerektiğinden daha geniş olduğu anlaşılırsa, Türk Temsilci Heyeti, artan toprak parçasının, mezarların yerlerini değiştirmeye kalkışmadan, geri verilmesi gerektiği düşüncesindedir. Mütarekeden bu yana Müttefikler’in askeri işgali altında bulunmuş bir bölgede, ölülerin kalıntılarının henüz bir araya toplanmamış olması mümkün değildir…” demiştir.
(Seha L. Meray; Lozan Barış Konferansı c I, K.II, s.9)
Görüşmelerin ilerleyen bölümlerinde İngilizler, "Anzak mezarlıklarının da kendilerine verilmesini" istemiş, gerekçesini ise şöyle açıklamıştır;
“….Bu insanlar, en yüksek bir yurtseverlik duygusuyla, ülkülerin en soylusu uğrunda savaşmak üzere, dünyanın en uzak yerlerinden gelmişlerdir. Bu ölülerin huzur ve saygı içinde yatmalarına izin vermek mümkün olmayacak mıdır? Söz konusu toprak şeridi 4,5 km uzunluğunda ve 1,5 km genişliğinde çorak bir toprak parçasıdır.
Bugün bu toprak parçasında 19 mezarlık vardır. Bu mezarlıkların arasında bulunan ve yarı dolmuş ya da olduğu gibi duran siper kalıntılarından oluşmuş toprak parçasının her yanında kimlikleri belirsiz başka asker ölüleri de yatmaktadır. Bu bölgede kimse oturmamaktadır. Ekili bir toprak da değildir. Bu toprak parçasının ne Türk Hükümeti ne de herhangi bir kimse için değeri vardır. Fakat oğulları ve kardeşleri orada yatmakta olan Avustralyalılar ve Yeni Zelandalılar için, bu toprak parçası, tarih ve duygu yönünden çok derin bir anlam taşımaktadır….”(Seha L. Meray; Lozan Barış Konferansı c I, K.II, s.10)
Bu konu yetmezmiş gibi İngilizler, Lozan’dan önce “Gelibolu’da yapılan anıtlara da dokunulmamasını” istemiştir.
Türk tarafı ise;
“Lozan’dan önce dikilen anıtların tekrardan düzenlenmesini ve mezarların toplu halde bir yerde toplanarak tekrar bir anıt yapılmasını” istemiştir.
Lord Curzon, Türk tarafının bu isteğine;
“……Gelibolu yarımadasında savaşarak binlerce ölü veren İngiliz İmparatorluğu’nun çeşitli bölümlerini temsil etmek üzere kurulmuş İmparatorluk Savaş Mezarları Komisyonu, çeşitli savaş alanlarında can vermiş İngiliz İmparatorluğu askerlerinin kalıntılarını mezarlarda toplamak gibi genel bir amaçla, şimdiden, büyük paralar harcamış bulunmaktadır…..” şeklinde karşılık vermiştir.
(Seha L. Meray; Lozan Barış Konferansı c I, K.II, s.10)
Görüşmelerde İsmet Paşa’nın Curzon’a verdiği tarihi cevap ise şöyledir:
“…..Bugüne kadar, savaş alanlarını kutsallaştırarak onlara sahip çıkma yolu bilinmemekteydi. Bu hesaba göre, Türkiye dışında kalan, uçsuz bucaksız pek çok savaş alanlarında kanlarını dökmüş olan Türkler, daha da meşru olarak, böyle istemlerde bulunabileceklerdir. Fakat, bunun, mezarlar konusuyla hiçbir ilgisi olmadığını anlamaktan daha kolay hiçbir şey yoktur. Lord Curzon’un istemekte olduğu toprak parçası bir mezarlık değil, fakat Çanakkale savaşları sırasında askeri hareketler için temel olarak kullanılan ve her zaman böyle bir amaçla kullanılabilecek bir toprak şerididir…” (Seha L. Meray; Lozan Barış Konferansı c I, K.II, s.13)
“Mezarlıklar meselesi” nihayet 31 Ocak 1923 tarihinde karşılıklı anlaşma ile karara bağlanarak Lozan anlaşmasının 124 -136’ncı maddeleri arasındaki yerini almıştır.
Lozan Antlaşması madde 128;
”Türkiye Hükümeti, Britanya İmparatorluğu, Fransa ve İtalya Hükümetlerine karşı kendi toprakları üzerinde savaş alanında ya da yaralama, kaza, ya da hastalık sonucu ölmüş olan kara ve deniz askerleri ile tutsak iken ölen savaş tutsakları ve sivil tutukluların mezarları, mezarlıkları, toplu ceset çukurları ve adlarına dikilmiş anıtlarının üzerinde bulunduğu arsaları o devletlere ayrı ayrı ve süresiz olarak bırakmağı yükümlenir.
Bundan başka söz konusu mezarlara, mezarlıklara, toplu ceset çukurlarına ve anıtlara serbestçe girilmesine ve gerekiyorsa, cadde ve yolların yapılmasına izin vermeği yükümlenir.
Yunan Hükümeti, kendi topraklarına ilişkin .olarak, özdeş yükümlülükleri üstlenir.
Yukarıdaki hükümler, verilen arsalarda Türk egemenliğini ya da, duruma göre, Yunan egemenliğini zedelemez. ”
Gelibolu’daki anıt mezarların bulunduğu arazilerin hangi şartlarda süresiz bırakılacağı ise 4 Şubat 1923'te hazırlanan “Anzac (Arıburnu) Arazisi diye Anılan Toprak Parçasından Yararlanma Şartları’‘ başlığı altında açıklanmış ve Lozan’ın 129'ncu maddesine eklenmiştir.
Eklenen sekiz alt madde şunlardır;
Bu arsalar, işbu Andlaşma ile belirlenen kullanma amacından başka bir biçimde kullanılmayacak; böylece hiç bir askersel ya da ticarî amaçla ya da verilmesine neden olan yukarıda belirli amaca aykırı, başkaca hiç bir amaçla kullanılmayacaktır.
Türkiye Hükümeti, mezarlıklarla birlikte, söz konusu arsaları her zaman denetlemek hakkına sahip bulunacaktır.
Mezarlıkların korunmasında sivil bekçilerin sayısı, her mezarlık için bir bekçiyi geçmeyecektir. Mezarlıkların dışındaki arsalar için özel bekçiler olmayacaktır.
Söz konusu arsalarda, mezarlıkların gerek içinde, gerek dışında, bekçiler için zorunlu konutlardan başka hiç bir konut yapılmayacaktır.
Söz konusu arsaların deniz kıyısı üzerinde, kişi ve inal indirip bindirmeğe yararlı hiç bir rıhtım, mendirek, ya da iskele yapılmayacaktır.
Gerekli tüm resmî işlemler yalnız Boğazların iç kıyılarında yapılabilecek ve arsalara ancak bu işlemlerin yapılmasından sonra girilebilecektir. Türk Hükümeti, olanaklı bulunduğu ölçüde, kolay olması gereken bu işlemlerin, işbu Maddenin öteki hükümleri zedelenmemek koşulu ile, Türkiye’ye giden başka yabancılar için konulmuş işlemlerden daha zor olmamasını ve her türlü yersiz gecikmeyi önleyici biçimde yapılmasını kabul eder.
Söz konusu yerleri ziyaret etmek isteyen kişiler silâhlı olmayacaklardır. Türk Hükümeti işbu kesin yasaklamanın, uygulanmasını izlemek hakkına sahip bulunacaktır.
150 kişiden fazla olan her ziyaretçi kafilesinin varışından en az bir hafta önce Türk Hükümetine bilgi verilmesi gerekecektir.
İngilizler, anıt mezarların bulunduğu arsaların mezarlık dışında hiçbir ticari ve askeri amaçla kullanamayacağını da anlaşmanın 131. maddesinde de ayrıca kabul etmiştir.
Lozan Antlaşması madde 131;
”Kendilerine arsa ayrılan Hükümetler, işbu toprakları yukarıda öngörüldüğünden başka biçimde kullanmamağı ve kullanmağa izin vermemeği yükümlenir. Söz konusu arsalar deniz kıyısında bulunuyorsa, kıyı toprakları verildiği Hükümetlerce her hangi bir kara ve deniz gücü için ya da ticaret amacıyla kullanılmayacaktır. Üzerinde mezarlar ve mezarlıklar yapılmasından vazgeçilecek ve anıt dikilmesi için kullanılmayacak topraklar yine Türk ya da, duruma göre Yunan Hükümetine kalacaktır.”
Kısacası Gelibolu’daki İngiliz ve diğer yabancı ülkelerin anıt mezarlıkları tamamen Türkiye’nin denetimi altında ve mezarlık dışında herhangi bir amaçla kullanılması yasak olan arazilerdir. Daha net ifade etmek gerekirse bu topraklar bizim kontrolümüzde olan mezarlıklardan başka bir şey değildir.
Bir soru daha soralım…
İngilizler ve diğer İtilaf devletleri mezarlıklar konusunda tek taraflı hakka sahip midirler?
Bu husus da Lozan anlaşmasının 136’ncı maddesinde;
“128'nci maddede İtilaf devletlerine tanınan hakkın aynısı Türkiye’ye tanınmıştır.” şeklinde düzenlenmiştir.
Antlaşmanın ilgili maddesinin tam metni ise şöyledir;
”Britanya, Fransa ve İtalya Hükümetleri, Türkiye’den ayrılan topraklarda bulunanlarla kendi Hükümetlerine bağlı topraklarda gömülü Türk kara ve deniz askerleri için mezarlar, mezarlıklar, toplu ceset çukurları ve anıtlar kurulması için 128. Madde ile 130. uncudan 135. inciye dek olan Maddeler hükümlerinden yararlanmak hakkını Türkiye Hükümetine tanımayı yükümlenirler.”
Anlaşmanın imzalanmasından sonra 23 Ağustos 1923 tarihli Meclis oturumunda İsmet Paşa;
”Mezarlıklara ait vaz’edilen ahkâm ise hâkimiyet ve mevcudiyet noktai nazarından mucibi endişe olmıyan bir mahiyettedir. Bunu muhtelif memleketler birbirinin arazisinde yapmışlardır. Ve bizim tarihimizde ve ananatımızda vardır. Bilirsiniz İstanbul’da İngiliz mezarlığı vardır. Her hangi bir suretle bu mezarlıkların bizim mevcudiyetimiz için bir tehlike teşkil edeceğini zannetmek mâkul değildir ve hiçbir sebep yoktur.
Muharebe meydanlarında ve Osmanlı İmparatorluğunun aksamı üzerinde bıraktığımız yerlerde bizim de aynı suretle mezarlık tesis ederek eslâfimiza hürmetimizi ve şükranımızı sureti daimede ifa etmek hakkımız vardır.” diyerek konuyu sonlandırmıştır.
(TBMM Zabıt Cerideleri Cilt: 1 Devre:1, Sene:4 İçtima:9 s.275)
Saygılarımla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.