(Fotoğraf temsilen kullanılmıştır)
"Yakın bir tehlikenin vukuu halinde şahsının korunmasına yönelik İngiliz makamlarınca 1920 yılında verilen sözü hatırlatmış, kendisini güvenli bir yere götürüp götüremeyeceklerini, götüreceklerse bunun Mısır veya Kıbrıs'tan hangisi olacağını sormuştur."
Bu soruya, İngilizler;
"Mısır dışında her yere ve refakatinde 10-15 mevcutla götürülebileceği" cevabını vermişler ve ilerleyen zamanda da İngiltere Dış İşleri Bakanlığından Ronald Lindsay, Müsteşar Crow ve Lord Curzon da kendi aralarında Padişahın "Halife" unvanından İngiltere lehine nasıl faydalanılabileceğini tartışmaya başlamışlardır.
Ancak, tartışma öncesi de sonrası da hepsinin ortak kanaati, "Padişahın İngiltere'ye gelmesinin mümkün olmadığı" yönünde idi.
Daha sonra yaşanan gelişmeler üzerine Vahideddin, 17 Kasım 1922 Cuma sabahı, oğlu, hanımları, doktoru, müzik hocası, baş mabeyncisi ve iki musahibi, yaveri ile İngiliz "Malaya" Savaş gemisine alınmış, Malta'ya götürülmüştür.
Ülkesinden kaçarak İngilizlere sığınmasını Hz. Muhammed'in hicretine benzeten Vahideddin,
" Müvekkil-i Zişan(Şanlı, şerefli) olduğum Peygamberin hicret sünnetini izledim." diyebilecek kadar da Peygamber Efendimiz'e saygısız olabilmiştir.
Vahideddin’in ülkeden ayrılırken ve yaşadığı sürece genel olarak maddi durumu şöyle idi;
1. Ağabeyi Sultan Reşat'tan devir olan 20.000 altın ödenekten kalan miktar,
2. Yıllık 50.000 lira olarak ödenen ziyafet ve seyahat ödeneğinden kalan miktar,
3. Saltanat mülklerinden gelen gelirler,
4. Aylık maaşı,
5. Yanında götürdüğü nakit para ( her kaynakta farklı ifade edilmekle birlikte 3.000-50.000 lira arasında olduğu söylenen) dışında, Tütüncübaşı Şükrü Bey’in beyanlarına göre ilave 23.000 altın,
6. İstanbul'daki Milli Banka'dan (Natıonal Bank) British Corparation'a nakledilen 20.000 sterlin,
7. Chronicle Ajansının 25 Kasım 1922 tarihli haberine göre; Osmanlı Bankasına yatırılan 75.000 lira ile aynı bankada muhafaza edilen mücevherlerine karşılık nakit olarak aldığı 50.000 lira,
8. Mediha Sultan ve Kral Hüseyin'den alınan nakdi yardımlar.
Vahideddin’in ülkeden ayrılırken geride bıraktığı bazı kıymetli malları,
- Hem töre gereği sarayda bırakması gerektiğini biliyor olması,
- Hem ABD Başkanına;
" Bu süresiz uzaklaşmanın, babadan kalma sahip olduğum Saltanat ve Halife makamından vazgeçtiğim anlamına gelmeyeceği açıktır." şeklinde yazdığı mektubunda belirttiği üzere "bir gün geri döneceği ümidini taşıması",
- Hem de Refet Paşa'nın İzmir kurtarıldıktan sonra gelip İstanbul'u teslim alması sonrası uygulanan sıkı güvenlik tedbirleri sebebi ile götüremediği unutulmamalıdır.
Görüldüğü üzere , Vahideddin ülkeden kaçarken parasız pulsuz değildi.
Vahideddin’in paraya olan düşkünlüğü II'nci Abdülhamit'in kızı Şadiye Osmanoğlu'nun beyanlarında da açık olarak yer almıştır.
Ülke dışında kaldığı sürece de harcamalarını endişe duymadan kesintisiz sürdürmüştür.
(Magnoli Villasının bugünkü hali)
En son kaldığı İtalya'daki ki Magnoli ( Manolya) Villasının yıllık kirası 600 İngiliz lirasıdır. Villa, o dönem itibari ile içinde portakal, limon ve diğer bir kısım ağaçların bulunduğu 15 dönüm kadar bir bahçeye sahip muhteşem bir kasırdı. Bu villada, İstanbul'dan gelen kadınefendileri, hazinedar ustaları, muhasipler, yaverler ve esvapçıbaşından, ibriktarbaşı ile tüm kadro kurulmuş, bütün teşrifat ve merasim usulleri korunmuştur.
Bu kasrın karşısında ise Yaver Zeki Bey'in kaldığı küçük bir köşk daha vardı. Burası, dominyonlarda görevli zengin ve hakim-i mutlak İngiliz sömürgecilerine parmak ısıtacak bir refah ve konfor içinde idi.
Günler, Yaver Zeki Bey ve beraberindekilerin iştirak ettiği ve özellikle ikinci musahib Mazhar Ağa ve Tütüncübaşı Şükrü Bey'in sakızlı mastika ve düz rakının müptelası oldukları içki alemleri ile geçmektedir.
Kasır dışında ise yine Yaver Zeki Bey ile Tütüncübaşı Şükrü Bey'in San Remo gece hayatında meyhane ve pavyonlara olan düşkünlüğü herkesin dikkatini çekiyordu.
Üçüncü Musahip Hayrettin Ağa'nın da onlardan aşağı kalır yanı yoktu.
İşte bu kontrolsüz harcamalar şatafatlı yaşamın da sonunu getiriyordu.
Vahideddin’in servetini tüketen diğer bir husus da;
"Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk'e karşı hıyanet projelerine destek vermeye devam etmesidir."
Bu düşüncede olan Vehip Paşa, Gümülcineli İsmail, eski İç İşleri Bakanı Mehmet Ali Bey Vahideddin’i farklı zamanlarda ziyaret ederek para talep etmişler, kendisi de bu işe destek olmak üzere 2.000 İngiliz sterlini ödeme yapmıştır.
Ayrıca bir Yunan Albay'ı ile kendisini ziyarete gelip aynı maksada yönelik destek isteyen Mevlanzade Rıfat'a da parasal yardımda bulunduğu ve hatta kurdurduğu Tarikat-ı Selahiye isimli örgüte de oğlu Ertuğrul Efendi'nin öğrenimi için ayırdığı 5.000 lirayı verdiği bilinmektedir.
Vahideddin'in bununla da kalmayarak, orijinali ABD Ulusal Arşivinde 86700/1788 numaraya kayıtlı ABD Başkanı'na hitaben yazdığı mektubu ile istediği destek utanç vericidir.
(Suriye'nin başkenti Şam'daki Sultan Selim camisinin bahçesi)
İşte, bunlara benzer bir çok olayın baş aktörü olan ve 15-16 Mayıs 1926 gecesi kalp krizinden vefat eden Sultan Vahideddin'in cenazesi, 120.000 lira borçlu olduğu gerekçesiyle İtalyanlarca haciz edilerek bir ay süresince evde tutulmuş, daha sonra kızı Sabiha Sultan'ın parayı ödemesi üzerine teslim alınarak Şam'a defnedilmiştir.
Saygılarımla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.