Milletin her bir ferdinin fedakarlığı ve Atatürk'ün önderliğinde gerçekleşen İstiklal Harbi sonrası 1923 yılında ilan edilen Cumhuriyet idaresinde, Türk Kadını, hak ettiği yeri
almaya başlamıştır. Medeni Kanun'un da kabulü sonrası, rejimin Türk toplum hayatına kazandırdığı, sayıları her geçen gün artan ve bir çok alanda da dünya çapında söz sahibi olan muhterem Türk Kadınları için yüce Önder; "Şuna inanmak gerekir ki, dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir." demiştir.
1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 85)
"Osmanlı'da Kadın Hakları" konusu ilk defa 1839 Tanzimat Fermanı ile gündeme taşınmıştır. 1843 yılında kadınlar ilk kez ebelik eğitim almaya başlarken, 1847 yılında bir İrade-i Seniyye ile kız ve oğlan çocuklarına eşit miras hakkı tanınmış, 1854 yılında ise beyaz esirlerin alım-satımı yasaklanmış ve İstanbul’da Tavukpazarı civarında yer alan esir pazarı da kapatılırken siyah esirlerin alınıp satılması yasağı ise ancak 1857 yılında hayata geçirilebilmiştir. Elbette ki bu kuralların hayata geçirilmesi çok da kolay olmamış, özellikle Kafkasya kökenli kadınların satılması daha uzun yıllar boyunca devam etmiştir.
1856 Islahat Fermanı döneminde Jön Türkler, kadın haklarını savunurken Sait Halim Paşa gibi bazı yazarlar, "Tarih boyunca bir çok uygarlığın kadın özgürlüğü ve saltanatı yüzünden çöktüğünü" söylerken, Dört kez Şeyhülislamlık görevi yürüten Musâ Kâzım ve diğer din adamları ise ; "Boşanma hakkının verilmeyişi, kadının kaprisli ve güvenilmez oluşundandır. Ona sağlanacak boşanma özgürlüğü, evliliği uçuruma sürükleyecektir." gibi beyanlarda bulunuyorlardı. Kadınlar ise her şeye rağmen1858 yılında mülkiyet hakkını kazanıyor ve aynı yıl ilk kez kadın rüştiyeleri kuruluyordu. 1869 yılında ise kadınlar için haftalık bir dergi olan Terakk-i Muhadderat dergisi yayım hayatına başlıyordu.
1881 yılında yayımlanan Sicil-i Nüfus Nizamnamesi ile Osmanlı'da artık küçük yaş evlilikleri için mahkeme izni gerekecek, evlilik işlemleri ise resmi devlet memurları vasıtasıyla yapılacaktı. Ancak, din adamlarını sistem dışına çıkaran bu radikal değişikliklere rağmen toplum hayatında resmi izin alınmadan yapılan evliliklerin geçerliliği bir müddet daha devam etti ve resmi izin usulü sadece bir formalite olarak muhafaza edildi. 1897 yılında ise kadınlar ilk kez ücretli işçi olarak çalışmaya başladı.
II. Meşrutiyet döneminde de kadın haklarının toplumsal uygulamaları Tanzimat döneminden çok fazla öteye geçememiş ve yine bir çok kesimin eleştirilerine sebep olmuştur. 31 Mart Olayları öncesinde Kör Ali Vakası yaşanmış ve dönemin padişahı II'nci Abdülhamit'e, "Müslüman kadınların haklarının tekrar gözden geçirilmesi ve sıkı biçimde kapatılması" gibi teklifler de götürülmüştür.
1917 yılına gelindiğinde ise “Osmanlı tarihinde ilk defa kadının hukuki statüsünün ve aile hukukunun düzenlendiği Hukuk-i Aile Kararnamesi" yürürlüğe girmiş, çok eşlilik kadının rıza ve onayına bırakılmış, kadınlara boşanma hakkı verilmiştir. (Ancak boşanma hakkına yönelik düzenleme daha sonraları Hürriyet ve İtilaf Fırkasınca yapılan teklifler doğrultusunda kaldırılmıştır.) İlave olarak (…)Evliliğe yaş sınırı getirilmiş, kızların küçük yaşta evlenmelerine izin verilmemiştir. Kızların evlenebilmesi için on yedi, erkekler için ise on sekiz yaş sınır kabul edilmiştir.
Sonuç olarak; medeni ülkeler seviyesine ve hatta üzerine çıkabilmek için yapılması gereken husus, yüce Atatürk'ün ifadesi ile; "Yaşamak demek çalışmak demektir. Bundan dolayı bir toplumun bir organı çalışırken diğer organı çalışmazsa; o toplum felç olmuştur. Bir toplumun çalışması ve başarılı olması için gerekli koşullara ve olanaklara sahip olması gerekir. Bizim toplumumuz için bilim ve teknik gerekliyse; bunlarla aynı derecede hem kadınlarımızın, hem erkeklerimizin onurlanmaları gerekir." Saygılarımla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.